Anadolu Üniversitesi 14. Uluslararası Eskişehir Film Festivali & Festival Notları

Anadolu Üniversitesi 14. Uluslararası Eskişehir Film Festivali ek gösterimlerle birlikte dün son buldu. (2-9 Mayıs 2012 + 10 Mayıs Ek gösterimler) Dopdolu bir program vardı festivalde. 48’i Uzun metraj ve 35’i kısa toplam 83 film seyircisiyle buluştu. Ben de festival kapsamında 15 film izledim ve sıra festival notlarını paylaşmaya geldi.

Hemen baştan belirteyim; sıkıcı kuramsal film analizlerinden anlamam. Ortalama bir izleyicinin sıradan notları olacak yazacaklarım. Yalnızca sinemasever birinin festivale ve izlediği filmlere dair izlenimleri.





İlk olarak festivalin genelinden söze başlayalım. Yani şöyle basit ve genel gerçekliklerden. 
Festivalde görev alan tüm arkadaşları kutlamak gerek, görevlerini gerçekten iyi yaptılar. Ancak şunun iyi bilinmesini isterim: sadece “iyi seyirler” demekle gerçekten iyi bir seyir söz konusu olamaz. İçtenlik dolu bir “iyi seyirler”in yanında “güler yüz” de bulunmalı bence ve maalesef (özellikle de festival haftasının sonuna doğru) “güler yüz” çok uzaklardaydı. Ortalardan yer istediğim gişe görevlisi sadece sıradan yer verebildiğini olanca asık suratlılığıyla söyleyip ardından da “iyi seyirler” dileyince pek bir anlam ifade etmiyor o “iyi seyirler”. Hele bir de şu kahvecilerin aynı asık suratlılığı insanı daha da çileden çıkarıyordu. Sanki parasıyla değil de bedava kahve içiyoruz. Bedava makarna dağıtan makarnacı bile daha güler yüzlüydü. Yine de sponsorların hatasını festival görevlilerine yıkmak haksızlık olur. Esasında çok da abartmak istemiyorum durumu çünkü zor bir iş yaptıkları. Bu söylediklerim ufak tefek şeyler ve genele vurduğumuzda önemsiz bile denilebilir.
Bu sene açıklanan programda önemli seans değişiklikleri olmadı. Bir iki değişiklik dışında genelde programa uyuldu diyebiliriz. Ancak bir önemli eksiklik (hatta şu “güler yüz” meselesini saymazsak [ki saymamalıyız da] tek eksiklik) 7 Mayıs Pazartesi günü “Nar” filminde meydana geldi. Daha önce yönetmen Ümit ÜNAL’ın söyleşiye geleceği duyurulmasına rağmen Ümit ÜNAL daha festival başlamadan Twitter’da dizi çekimleri olduğunu ve Eskişehir’e gelemeyeceğini söyledi. Ancak festival yetkilileri ısrarla bunu duyurmadı. Filmin ardından kimilerinin halen söyleşi bekliyor oluşu festivalin tek olumsuz yanıydı.

Neyse yine de yok denecek kadar az sayıdaki olumsuz yönleri kenara koyup iyi şeylere bakalım biz. Çünkü bu festival gerçekten dopdoluydu. Bu noktada okuyucuyu uyaralım: aşağıdaki filmleri henüz izlemediyseniz yazının devamını okumak pek iyi olmayabilir. Zira henüz izlemeyenler için gereğinden fazla açıklama içerebilir.

Gelelim izlediğim filmlere dair notlara:

3 Mayıs Perşembe 15.00  espark küçük salon “DRIVE / SÜRÜCÜ”



Film bazı klişelerle dolu olmasına rağmen izleyiciyi hikâyeye çeken bir yanı vardı diyebilirim. Esas oğlanın birdenbire aşık olması, çocuğunu kucaklayıp yatağa yatırdığı için kadının bu aşka hemen karşılık vermesi söz konusu klişeler arasında sayılabilir. Ancak Ryan GOSLING’in canlandırdığı o ak yüzlü karakterin elini kana buladıktan sonra pek çok sahnede kırmızı bir yüzle (genellikle trafik ışıklarında kırmızıda dururken ışığın yüzüne yansımasıyla) karşımıza çıkması bence güzel bir anlatım olmuş. Filmin bir sahnesinde “akrep ve kurbağa hikayesi” diye bir şeyden bahsediliyor ancak hikaye anlatılmıyor, sadece adamımız sırtında altın sarısı akrep deseni olan bir montla dolaşıyor film boyunca. Bu da bende ilgi uyandıran taraflarından biriydi filmin. Bir de finalde adamımız bıçaklandıktan sonra acaba öldü mü ölmedi mi diye uzunca bekleyişimizin ardından gözünü kırpması ve yaşadığını belli etmesi filmin belki de en gerilimli anıydı. (fragman)

4 Mayıs Cuma 12.00 sinema anadolu “YERALTI”


Zeki DEMİRKUBUZ’un en son tazecik filmi. En çok ilgi gören filmi oldu festivalin. Hatta filme bilet bulabilmek için sabahın erken saatlerinde Sinema Anadolu gişesinde kuyrukta bekledim. Ardından Zeki DEMİRKUBUZ söyleşisi olması o kuyruğun oluşmasının önemli nedenlerindendi bence. Film Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar” kitabının serbest bir uyarlaması. Zeki DEMİRKUBUZ’un daimi izleyicilerini pek tatmin etmediğini söyleyebiliriz. Hatta daha da ileri gidip hayal kırıklığı yarattığını bile söylememiz mümkün. Ancak genel izleyici için fena film değildi doğrusu. Özellikle Engin GÜNAYDIN’ın otelde bağıra çağıra olay çıkardığı sahnedeki performansı bence çok iyiydi. 
Söyleşi kısmı için söylenebilecek çok şey yok aslında. Zeki DEMİRKUBUZ’a Nergis ÖZTÜRK eşlik ediyordu. Zaten diğer film hemen başlayacağı için süre çok kısaydı. Yani sırf söyleşi için gelenler umduklarını bulamadı galiba. (fragman)

4 Mayıs Cuma 15.00 sinema anadolu “LAL GECE”


Yine son dönemde adını sıkça duyurmuş bir film. Üstelik son zamanlarda çokça karşılaştığımız bir sorunun tam üstüne parmak basıyor. 14 yaşında bir çocuk gelin kendisinden yaşça epey büyük bir adamla zorla evlendiriliyor. Evliliklerinin ilk gecesi yaşadıkları ise filmin konusunu oluşturuyor. İlyas SALMAN’ı uzun zaman sonra tekrar beyaz perdede izleme imkanı ve SALMAN’ın kendini soytarı ilan ederek isyan ettiği sahnedeki performansı ise filmin iyi yanları.
Filmin söyleşisi:
Yönetmen Reis ÇELİK ve Dilan AKSÜT(çocuk gelin) birlikte çıktılar söyleşiye. Benim dikkatimi çeken en önemli şey ise ne sorulan sorular oldu ne de verilen cevaplar. Dilan AKSÜT sorulan bir soru üzerine konuşurken Reis ÇELİK’in yüzünde bir tebessümle ona öyle bir bakışı vardı ki bu genç kadından çok umutlu olduğunun dışa vurumuydu sanki. İşte benim dikkatimi çeken en önemli şey buydu söyleşiye dair.(fragman)

5 Mayıs Cumartesi 18.00 sinema anadolu “BABAMIN SESİ”


"İki Dil Bir Bavul" ekibinden en az onun kadar etkileyici bir film daha. Görsel olarak beni en çok doyuran filmlerindendi festivalin. Konusu da bir o kadar doyurucu. Ailesine ancak ses kayıtlarıyla temas edebilen bir babanın iki oğlundan biri “dağ”a gider. Diğeri ise kendine yeni bir hayat kurmuştur. Film bu ikinci oğul ve anne arasında gidip geliyor. Ama sadece ikisini değil tüm aileyi anlatıyor. Bunu yaparken Türkiye’nin siyasal geçmişini de sorgulatıyor. Annenin her sessiz telefona “dağ”daki oğlu aramışçasına cevap vermesi ve her defasında Kürtçe bir kelimenin anlamını açıklaması filmin hikayesinde etkileyici bir yere sahip. Festivalin en özel filmlerinden biriydi bence.
Ardından filmin yönetmenlerinden ve oyuncularından Zeynel DOĞAN çıktı söyleşiye. Filme başlarken önce belgesel olacağını ardından kurmaca bir film yapmaya nasıl karar verdiklerini anlattı. Bir de kendisi Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesinde öğrenciyken Kürtçe seçmeli ders olsun diye dilekçe verdiklerini ve bu sebeple uzaklaştırma aldıklarını söyledi. Ardından Türkiye’de artık bazı şeylerin değiştiğini ekleyip salondakilerden aynı dilekçeyi vermelerini istedi. (fragman)

5 Mayıs Cumartesi 21.00 sinema anadolu “SHAME / UTANÇ”


Festival kataloğunda bu filmle ilgili “cinselliği sert bir biçimde ele alan” ifadesi geçiyor. Filmin kilit noktası da bence bu “sertlik” oluyor. Festival boyunca izlediğim filmlerin salonu en çok terk ettirme rekoru kıranıydı. Bu filmin terk edilmesini anlayışla karşılamakla birlikte yine de anlamsızca bulduğumu da söylemeden edemeyeceğim. Evet filmin bazı sahneleri rahatsız ediciydi, hatta bazıları gereğinden fazla cinsellik içeriyordu denilebilir ama sonuçta yönetmen bunu bilerek yapıyor. O sahnede rahatsız olmamızı istiyor; iğrenmemizi, tiksinti duymamızı, bu duyguları tatmamızı istiyor. Seks bağımlısı bir adamın hikayesi sonuçta bu. Filmi birlikte izlediğimiz arkadaşımla tartışırken eleştirdiği bir nokta oldu ki (aslında eleştirdiği pek çok nokta vardı) haklılık payı vardı: Film boyunca o kadar seks sahnesini cesurca gözler önüne seren yönetmen (Steve Mc Queen) nedense adamın gay bar sahnesini oldukça kısa tutmuş hemen ardından ise iki kadınla aynı anda seks yaptığı sahneyi ise olabildiğince uzun tutmuştu. Sonuç olarak üzerinde epey konuşulabilir bir filmdi, izlemeye değer. (fragman)

6 Mayıs Pazar 15.00 espark küçük salon “CAN”


Ne yalan söyleyeyim filmden çıktığım ilk anda filmi beğendim. Ardından yine arkadaşımla kritiğini yapınca pek de öyle benim beğendiğim kadar iyi olmadığını anladım. Yönetmen Raşit ÇELİKEZER önceki günlerde söyleşide ne konuştu bilemiyorum ama Türkiye’de dizi işleri çok tuttuğundan mıdır nedir (ki kendisi çocuklar duymasın dizisiyle de tanınmış bir yönetmendir) sanki birkaç bölüm üst üste izlenilen hüzünlü bir dizi gibiydi film. Üstelik o kadar klişeyle doluydu ki cami avlusuna bebek bırakma sahnesi bile vardı (itiraf edeyim bu eleştiri bana değil arkadaşıma ait ancak filmin kötü olduğuna ikna olmama yettiğini söyleyebilirim). (fragman)

6 Mayıs Pazar 18.00 espark büyük salon “LA FEE / PERİ”


Festival boyunca beğendiğim filmlerden biri de “Peri” oldu. Geceleri bir otelde çalışan şaşkın bir adam ve kendisini ona peri olarak tanıtan bir kadının hikayesi. Kadın yani peri adama üç dilek hakkı verir ve ilk iki dileğini yerine getirir (bir motosiklet ve ömür boyu yetecek kadar benzin). Üçüncü dileği için acele etmemesini söyler ve olaylar gelişir. Sevişme sahnesi sevişme olmadan nasıl anlatılır diye sorsalar bu filmi örnek gösteririm. Dom ve Fiona’nın bir akşamüzeri “aşkın gözü kördür” kafedeki buluşmalarının ardından deniz kenarında soyunup suya girmeleri ve suyun altında hayal ürünü bir sevişme yaşamaları (her ne kadar Fiona bu sevişmeden sonra hamile kalsa da ben bu sevişmeye hayal ürünü demeyi tercih ediyorum) filmin en güzel sahnelerinden. (fragman)

7 Mayıs Pazartesi 15.00 sinema anadolu “NAR”


Bu filmi vizyona girdiği ilk günden beri sinemada izlemeyi bekliyordum. Festivalde izleyebildim sonunda. Ancak umduğumu bulduğumu söyleyemeyeceğim. Tamam, hikaye güzel, oyunculuklar iyi (özellikle de Erdem AKAKÇE), genel olarak fena bir film değil ama film bittiğinde aklımdan ilk geçen şey bu senaryo ile iyi bir tiyatro oyunu çıkarılabilirmiş düşüncesi oldu (olayların tek mekanda geçiyor olması bu düşüncemin sebebi olabilir). Yine de madem ki tercih filmden yana olmuş saygı duymak lazım çöpe atılacak kadar kötü bir film değil sonuçta. Ayrıca finalde falcı kadınla evdeki kadının yer değiştirip başlangıçtaki diyalogların yeniden yaşanması izleyiciyi düşüncelere sevk ediyor. Bu da filmin bir artısı. (fragman)

7 Mayıs Pazartesi 21.00 sinema anadolu “HORS SATAN / ŞEYTANIN ÖTESİNDE”


İlginç bir filmle karşı karşıyayız. Tuhaf bir adamın tuhaf bir kızla yaşadıklarının tuhaf hikayesi. Olabildiğince durağan gitmesine rağmen izleyiciyi içine çeken birşeyler var filmde. Bir de her şeyi açıkça söylemiyor ve düşünmek biz izleyiciye kalıyor. Ben de beni düşündüren ve anlamlandırmakta güçlük çektiğim filmleri sevdiğim için bu filmi de beğendim. Özellikle de adamın yoldan geçen bir turistle seviştiği ve ardından kadının bir hayvan gibi suya girdiği sahne filmi izlemeye değer kılıyor. (fragman)

8 Mayıs Salı 12.00 espark küçük salon “THE MILL & THE CROSS / DEĞİRMEN VE HAÇ”


Festivalde izlediğim filmlerin en iyilerindendi. Usta ressam Pietr BRUEGEL’in 1564 yılında yaptığı “the procession to calvary” adlı resmin açıklamaları ve ayrıntılarıyla dolu bir film. Resimde İsa ve çarmıh tam tablonun merkezindedir ancak o kadar da dikkat çekmez. Filmin karakterlerinden Bruegel’e neden küçücük olduğu ve dikkat çekmediği sorulunca verdiği cevap “çünkü o en önemli nokta” olur. Resim sanatının meraklıları için keyif dolu bir film. Biraz da tarihe yolculuk. (fragman) (ayrıca söz konusu resim için tıklayınız)

8 Mayıs Salı 15.00 espark büyük salon “LE HAVRE / UMUT LİMANI”


Festivalde izlediğim en kötü filmdi. Bir mülteci çocuk bir şekilde Le Havre limanında tanıştığı Marcel adında bir adam sayesinde Londra'daki annesine ulaşmanın bir yolunu bulur. Konu güzel gibi görünse de film bence başarısız bir yapım olmuş. Eski tarz bir mahalle, eski bir bar, eski bir fırın, eski bir manav, pembe panterden fırlamış gibi görünen bir dedektif… vs. bir sürü eski klişe. Film kötü olsa bile müzikleri fena değildi diyebilirim. (fragman)

9 Mayıs Çarşamba 10.00 sinema anadolu “INTO THE ABBYS / UÇURUMA DOĞRU”


İdam cezası üzerine bir belgesel. Ve idam cezasına karşı. Bazı mahkumlarla yapılan röportajlar ve polis kamerasını çektikleri var filmde. Röportaj yapılan mahkumlardan biri sadece sekiz gün sonra idam edilmiş. Meseleyi sadece mahkumlar tarafından değil mağdur aile tarafından da anlatan bir belgesel. Bu arada idamda görevli kişiler ve rahipler de filmde röportaj yapılanlardan. Filmin iki vurucu noktası vardı bence. Birincisi işlenen cinayetin sebebinin bir araba olması ve arabanın sadece dört gün boyunca katillerin mülkiyetinde kalmış olması. İkincisi ise mağdur ailenin idamı izleyen bir üyesine sorulan şu soru: idam değil de ömür boyu mahkumiyet cezası verilseydi de tatmin olur muydunuz? Cevap: evet bu da beni tatmin ederdi. (fragman)

9 Mayıs Çarşamba 12.00 sinema anadolu “HABIBI”


Yarım kalan bir aşk hikayesi. Üniversite öğrencisi iki genç birbirlerine duydukları aşkı yaşadıkları topraklardaki gerilim yüzünden yarıda bırakmak zorunda kalırlar. Film bir ilk uzun metraj denemesi. Bu sebeple filme iyi film ya da kötü film demek yersiz olabilir. Ama bazı eksikleri olduğunu söylemeliyim. Örneğin gençlerin neden ailelerinin yanına dönmek zorunda kaldığı çok net değil. Bir de erkek aşkı için perişan duruma düşerken kız bu perişanlığı göze alamayıp ailesinin direttiği adamla evleniyor. İnsan kızın aşkı için “ne aşk ama” diyemiyor haliyle. (fragman)

10 Mayıs Perşembe 15.00 sinema anadolu “THE INTOUCHABLES / CAN DOSTUM”


Her şeyden önce hikayesi çok sıradan. Felçli ve çok zengin bir adam kendisiyle ilgilenecek bir bakıcı aramaktadır. Olabilecek en kötü adayı işe alır ve olaylar gelişir. Ancak bu sıkıcı ve sıradan hikayeyi güzel bir senaryo ve iyi oyunculuklarla eğlenceli vakit geçirilebilecek bir filme çevirmek bence başarıdır. Yine de film için iyi film demek festival boyunca izlediğim diğer güzel filmlere haksızlık olur. (fragman)

10 Mayıs Perşembe 17.00 sinema anadolu “HABEMUS PAPAM / BİR PAPAMIZ VAR”


Yine bu festivalin en iyilerinden bir film. Vefat eden papanın yerine kardinaller meclisi toplanarak yeni bir papa seçerler. Ancak seçilen bu yeni papa bu görev için kendini hiç hazır hissetmemektedir. Aslında seçim sırasında kardinallerin iç seslerinden anladığımız kadarıyla hiç kimse böyle bir görev için hazır değildir. Film çok güzel bir senaryo üzerinden ilerliyor ve çok güzel bir konuyu anlatıyor. Bir milyar insanın inandığı bir dinin en büyük lideri de olsa insan yine de insandır. Onun da psikolojisi vardır. Filmin en eğlenceli kısmı kardinaller meclisine gelen psikoloğun dünyanın çeşitli yerlerinden gelen kardinallerle bir uluslararası voleybol turnuvası düzenlediği sahnelerdi. (fragman)