Çelişkili İfadeler Podcast... Bölüm 4. İnsan yaşadığı şehri özler mi?

Dün tek başıma İstanbul’u dolaştım. Bu şehir beni hep karmaşık duygulara boğdu bugüne kadar. Dün de öyle oldu. Vapurla karşıya geçerken cevabını bilmediğim bir soru daha girdi ruhuma “insan içinde yaşadığı bir şehri özler mi?” dedim kendi kendime. Bugün bu sorunun bende hala bir cevabı yok. Ama üzerine konuşmaya değer sanırım…

Babam ben çocukken gezmeye getirirdi bizi İstanbul’a. Üç beş günlüğüne, en uzunu bir haftalığına gelince bir şey anlamıyorsun, hele bir de çocuk olunca hiçbir şeyin farkında değilsin zaten. İlk uzun soluklu gelişim liseden mezun olduğum yıl 2004’te oldu. Babamın işi için geldik, zaten bir yıl dolmadan da geri gittik memlekete. Sonrasında üniversiteye Eskişehir’e düştü yolum. Eskişehir ayrı bir bölüm konusu, hayatımda iz bırakan şehirlerden birisi. Öğrencilik yıllarımı geçirdiğim yer. İstanbul’a trenle 5 saat. Çıkar çıkar gelirdik, gecenin geç saatinde bindiğimiz trenin yemekli vagonunda biralarımızı yudumlarken sabah olurdu, Haydarpaşa’da açardık gözlerimizi. Sonra Kadıköy senin Taksim benim dolaşırdık gün boyu. İstiklale çıkardık Karaköy’den. İstiklal’in ucundan köşesinden hala İstiklal olduğu yıllar. Gün bitince yine Haydarpaşa’da alırdık soluğu. Bu defa günün yorgunluğuyla tren daha İstanbul’dan çıkmadan sızardık. Eskişehir’e varıncaya kadar tıngır mıngır uyurduk. Yine gecenin geç saati Eskişehir’in ayazı uyandırırdı bizi, ama dediğim gibi Eskişehir başka bölümün konusu, şimdilik sırasını bekleyebilir.

Öğrencilik bitince bu trenle gelip gitmeler de bitti haliyle. Bu defa daha uzun soluklu bir ilişki başladı aramızda. İş bulup yerleştim İstanbul’a. O gün bugündür 2012’nin temmuz ayından beri İstanbul’dayım.

İlk başlarda çok severdim burayı. Kalabalık şehri şehir yapan şeydi zaten, bunda rahatsız olunacak bir şey yoktu benim için. İmkanları çok genişti, neye istersen erişebilirdim.

Sonra bir şeyler oldu. Yorulmaya başladığımı hissettim. Sanki İstanbul bir çarktı ve ben bir şekilde bu dönen çarkın içine girmiştim, şimdi çark eğer birden duracak olsa uzun zamandır dönüyor olmanın verdiği hareketle fırlatıp atacaktı beni. Ne kalabalığa katlanabilir oldum ne imkanlarından faydalanmaya zamanım kaldı. Eskiden günlük koşturmacanın içinde kendime mutlu olacak bir şeyler bulurken şimdi kendi insanlığımı sorgulatır oldu, pasif, sadece kendi derdiyle ilgilenen İstanbullu olmaya yüz tutmuştum.

Tam olarak ne oldu da bu aydınlanmayı yaşadım bilmiyorum. Ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik durum ya da gençliğimin sonuna geliyor oluşum yaşadığım bu soğumanın sebebi olabilir.

Ama ortada bir enerji sorunu olduğu çok açık. İçinde yaşadığım toplumun enerjisine artık dayanamıyor da olabilirim. Her gün bir kadına, her gün bir çocuğa, her gün bir hayvana zarar verildiğinin haberlerini duymak beni artık çok yormuş olabilir.

İşte dün vapurla karşıya geçerken bunları düşündüm. Şimdi Eskişehir’den İstanbul’a giden bir trenin yemekli vagonunda bira içiyor olmak vardı. Ama ne eski trenler kaldı ne eski istiklal ne de eski İstanbul. Ben de eski ben değilim artık, ülke de eskisi gibi değil zaten.

Tüm bu düşüncelerle eskiden yaşadığım o şehri özlediğimi fark ettim. Mezun olur olmaz koşa koşa gelip iş bulduğum şehirden koşa koşa kaçmanın planlarını yapıyorum şimdi. Bir Can Yücel şiirin son iki dizesi gibi:

seke seke ben geldim

sike sike gidiyorum.