Çelişkili İfadeler Podcast... Bölüm 6. Çocukluğum, pembe top ve altıma işediğim o gün...

Çocukluk insan hayatının en saf dönemi ve derinlerde bir yerlerde izler bırakıyor. Bugün benim için de aynı şey geçerli, eğer 35 yaşımda bugün karakterimde ya da ruhumda bazı travmalar varsa sebebi kesinlikle çocukluğuma dair yaşadıklarımdadır.

Özellikle anaokulu dönemimin incelenmesi gerekli diye düşünüyorum. Bunu her fırsatta da söylerim, anaokulunda yaşadıklarım hayatımın her döneminde beni tümden etkilemiştir.

Anaokuluna dair hatıramda iki önemli olay bugün halen gözlerimin önünde. Sizlerle bu iki olayı paylaşacağım bugün. Ama lütfen kendinizi 5 yaşında küçük bir çocuğun yerine koyun ve öyle dinleyin bu söyleyeceklerimi, başka türlü ne yaşadığımı anlamanız kolay olmayabilir çünkü.

Bu iki olaydan ilki, bir oyun etkinliğinde gerçekleşti. Kalabalık bir çocuk grubu olarak muhtemelen renkleri ve eşyaları öğrenmemizi sağlayan tombalavari bir oyun oynuyorduk. Öğretmenin bize önceden dağıttığı kartların üzerinde çeşitli resimler vardı ve elindeki torbadan bu küçük resimlerin eşlerini çekiyordu. Eğer çektiği resim benim kartımdaysa resmi bana veriyordu. Kartındaki resimleri en önce tamamlayan da oyunun galibi oluyordu. Neyse işte resimli bir tombala gibi düşünebilirsiniz.

Öğretmen çekiyordu… Mavi kova. Kartıma bakıyorum bende yok. Yeşil şapka. Kartıma bakıyorum bende yok. Kırmızı top. Bende yok. Yanımdaki çocuktan yediğim dirseği bugün gibi hatırlıyorum. Sende kırmızı top var neden söylemiyorsun dercesine beni dürtükleyip duruyordu. Zaman sonra artık bizim dürtükleşip durmamızdan mıdır yoksa öğretmenin elindeki kırmızı topu kimsenin sahiplenmemesinden midir bilmem, öğretmen yanıma geldi ve evladım niye söylemiyorsun kırmızı top sende işte dedi. Bugün o topun pembe olduğuna kutsal saydığım her şey üzerine yemin edebilirim. Ama artık topun kırmızı mı yoksa pembe mi olduğunun bir önemi yok. Arkadaşlarımdan ve öğretmenimden benim ne kadar gerizekalı olduğumu hissettiren gülüşmeler duyuyordum. Onlara bendeki topun pembe olduğunu anlatacak gücü ise kendimde bulamıyordum.

İkinci olay; Yine sanırım tüm sınıf bu defa okulun bodrumundayız. Nedenini bilmediğim bir şekilde sınıfımızda değiliz. Bir daire yapmışız hepimiz çömelmişiz. Yağ satarım bal satarım ustam ölmüş ben satarım tadında bir oyun oynuyoruz. Bu defa oyunun bize ne öğrettiğini hatırlayamıyorum ama çişimi tutmakta zorlandığım hala aklımda. Öğretmenim diyorum, sesleniyorum. Tuvalete gitmem gerekiyor. Öğretmenim diyorum. Duymuyor. O çemberin benden en uzak noktasında. Öğretmenim. Ses yok. Tutamıyorum artık, bırakıyorum. Çişimin bacaklarımdan süzülüp beton zeminde birikmesini bugün hafızamdan hala silemedim. Yine tüm sınıfa rezil oluşum, az önce sesimi duymayan öğretmenimin arkadaşlarımın gülüşmesini duyup yanıma gelmesi beni yatakhaneye götürüp altımı değiştirmesi.

Bugün bunları anlatırken benim de yüzümde bir gülümseme var artık. İnsanların beni dalga geçilecek biri olarak görmesi umurumda değil. Hatta çoğu zaman kendimle ben de dalga geçiyorum. Bugün bu yaşadıklarımı anlatabilmem bile kendimle dalga geçebildiğim için.

Ama yine de insanın yüreğinde bir yerlerde yanlış anlaşıldığına dair ya da hiç anlaşılmadığına dair bir derdi var bence. Daha derinde ruhunu inciten bir şeyler var. Biliyorum 30 sene sonra bugün artık hiçbir önemi yok ama size yemin ederim o top pembeydi ve eğer o gün o topun pembe olduğunu anlatacak gücü kendimde bulsaydım bugün hayatımda neler değişirdi çok merak ediyorum.
Listen on Google Podcasts